Eski takipçilerimdenseniz, Ukrayna-Rusya savaşına dair görüşlerime az çok aşinasınızdır. 2022 yılında Rusya, “Özel Askerî Operasyon” adını verdiği işgali başlattığında bu operasyonun güçlü bir destekçisiydim. Bunun birçok sebebi vardı, ancak en temelde çok kutuplu bir dünyanın sol hareketlere alan açabileceğine dair inancım yatıyordu.
Bu iddiamı yalnızca sol hareketlerin güçlenmesi açısından değerlendirirsek hâlâ doğru olduğunu düşünüyorum. Mevcut güç odaklarının otoritelerini koruduğu bir dünyada sol hareketlere geniş bir alan açılacağını sanmıyorum. Tarihsel örnekler de bu tezi doğrular nitelikte: Ekim Devrimi yalnızca Rusya’da değil, tüm dünyada kaynayan siyasi koşulların içinde ortaya çıktı; Çin Komünist Partisi’nin siyasi otoritesini genişletmesi Japonya’nın Çin’i işgaliyle mümkün oldu; Üçüncü Dünya ülkelerindeki devrimler ise sömürgeci devletlerin otoritelerini kaybetmeleriyle gerçekleşti.
Bu tez doğrultusunda, savaş karşısında tarafsız kalmaya çalışan solu da eleştirmiştim ve bunda da haklı olduğumu düşünüyorum. Savaş gibi konularda tarafsızlığın bile bir taraf tutuş olduğunu unutmamamız gerek. Bunun örneklerini iç politikada da görebiliyoruz. Sürekli AKP’yi tiran olarak tanımlayan, başta TİP olmak üzere DEM eksenli sol partilerin, konu DEM’in çıkarları olunca “barış” adına AKP ile ittifak yapılabileceği yönündeki söylemlerini unutmayalım. Tarafsızlık bir kategori olarak bütünüyle reddedilmemeli; bazen gerçekten bilemeyiz, karar veremeyiz, susarız. Bu insani bir hâl. Ancak söz konusu binlerce üyeye sahip siyasi partiler olunca aynı iyi niyeti aramak pek kolay olmuyor.
Şimdi ise size anlatmam gereken konu, nasıl Rusya’yı savunma fikrinden tamamen uzaklaşıp Ukrayna’yı savunmaya başladığım. Bu noktada hepimizin bildiği “sonuçlar yöntemleri meşrulaştırır mı?” tartışması devreye giriyor: Bir bombayı engellemek için işkence yapmak caiz midir? Siyasi çıkarlar için yalan söylenebilir mi? Sonun iyi olması, sona kadar her şeyin kötü olmasını haklı çıkarır mı?
Endişelenmeyin, “Niye solu bıraktım?” tiradı çekmeyeceğim ama günün sonunda yaptıklarımın düşündüğümün yüzde biri kadar bile etkili olmadığını fark ettim. Kemal Kılıçdaroğlu benim adayım değildi, ama Erdoğan olmayan bir adaydı. Peki ya ilkelerimden bu kadar bağımsız bir adayı desteklemenin bana katkısı ne oldu? Türkiye daha iyi mi oldu? Ben kendimi daha iyi bir insan gibi mi hissettim? Bu sorulara cevabım maalesef hayır. Fazla detaya girmeyeceğim; bu tür bir sorgulamaya hepimizin 2023 seçimlerinden sonra girdiği kanaatindeyim. Benim bu süreç sonunda vardığım sonuç ise araçsallaştırmadan —yani insanları başka amaçlar için kullanmaktan— kaçınmam gerektiği idi. Bu kulağa tatlı bir iddia gibi gelebilir; ancak Ukrayna-Rusya savaşıyla bağlantısını kurmadan önce biraz Ukrayna tarihine bakalım.
Ukrayna kelimesi, Eski Slavca’da “sınır ülkesi” anlamına gelir. Ülkenin binlerce yıl önce verilmiş ismi, bugün hâlâ siyasal ve kültürel çatışmanın yaşandığı bir sınır bölgesi olmasını anlamlı kılar. Bunun tarihsel sebepleri oldukça nettir. İlki: Ukrayna, dünyanın en verimli tarım arazilerinden birine sahiptir. Dinyepir Nehri’nin suladığı “Çernezyom” adlı topraklar, Ukrayna’nın “Avrupa’nın ekmek sepeti” olarak anılmasına neden olmuştur.
İkinci sebep ise: Bu düzlükler, aynı zamanda Ukrayna’nın işgalini de kolaylaştırmıştır. Batıdaki komşularının aksine doğal dağ savunması, kuzeydeki ülkeler gibi sert kışı yoktur. Bu da Ukrayna’nın hem I. hem de II. Dünya Savaşlarında bir katliam alanına dönüşmesine yol açmıştır.
Ukrayna’nın bir sınır ülkesi olmasının bir diğer sebebi (ve aynı zamanda sonucu) kendi içinde bölünmüş bir ülke olmasıdır. Etnik, dinî ve sosyal anlamda oldukça radikal bölünmeler mevcuttur. Siyasi olarak Rus yanlısı partiler güçlerini büyük oranda yitirmiş olsalar da Ukrayna’nın doğusunda yaşayan Rus nüfusu hâlâ mevcuttur ve bu insanlar kendilerini Rus olarak tanımlar
.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Ukrayna ilk kez ciddi anlamda bağımsız bir devlet olmayı deneyimledi. Ancak bu deneyim, çoğu eski Sovyet ülkesi gibi ekonomik çöküş ve yok oluşla eşanlamlıydı. Batı bölgelerinde Avrupa yanlısı oligarklar, doğuda ise Rusya yanlısı oligarklar desteklenerek ülke adeta bir masa tenisine döndü. Bu süreç 2013’teki Euromaidan protestolarına kadar devam etti.
Dönemin Rusya yanlısı başkanı Viktor Yanukoviç’in, AB ile ortaklık anlaşmasını askıya almasıyla insanlar protesto için sokağa döküldü. Hükümetin bu protestolara şiddetle karşılık vermesi, Yanukoviç’in devrilme korkusuyla Rusya’ya sığınması ve Rusya’nın buna “ceza” olarak Ukrayna’yı işgal etmesiyle süreç askeri boyuta taşındı.
Rusya’nın Kırım’ı işgali, Ukrayna içinde radikal hareketlerin güçlenmesine yol açtı. “Right Sector” ve “Azov” gibi paramiliter milliyetçi-ırkçı organizasyonlar, “Ukrayna’nın bağımsızlığını koruma” görevini üstlendiler ve ülkenin doğusundaki Rus azınlıklara yönelik ciddi katliamlar gerçekleştirdiler. Bu grupları savaşın başında haberlerden tanıyorsunuzdur.
Bu koşullar içinde, 2019 yılında Volodimir Zelenski Ukrayna’nın başkanı olarak seçildi. Bugün bir savaş lideri olsa da, ilk başta Rusya ile barış görüşmeleri yürütmek, savaştan kaçınmak, paramiliter grupları dizginlemek ve AB’ye katılmak gibi hedefleri vardı. Özellikle 2015’te imzalanan Minsk Anlaşmalarını genişletmeyi savunuyordu.
Bu hayaller, Ukrayna’nın NATO’ya katılım ihtimalinin gündeme gelmesiyle ortadan kalktı. 2022 yılında Rusya, Ukrayna’yı “Nazilerden arındırmak” amacıyla işgal ettiğini açıkladı.
Tarihi kısmı bitirmeden önce, Putin rejiminin ihlallerine dikkat çekmek istiyorum. 2014’teki Kırım işgali, oradaki Rus etnisitesinin baskı gördüğü iddialarıyla değil, Kırım’ın stratejik önemiyle ilgiliydi. Evet, Ukrayna’nın bir Neo-Nazi problemi vardı ama aynı problem Rusya’da da Wagner adı altında mevcuttu. Darbe yapmaya çalışan Neo-Nazilerin Ukraynalı değil, Rus olduğunu hatırlayalım. Ayrıca Azov ve benzeri organizasyonlar bugün eskisi kadar etkili değiller.
Bunun ötesinde, Putin rejiminin meşru bir yönetim olduğunu söylemek imkânsız. Rusya bir diktatörlük haline gelmiş durumda. Muhalefet sembolik olarak var, ancak sivrilenler ya hapsediliyor ya da “birdenbire” hastalanıyor. Seçimlerdeki hileler ise artık aleni.
Savaş boyunca Rusya’nın işlediği savaş suçları da inkâr edilemez. Düşman askerlerine yapılan işkenceler bir yana, Bucha Katliamı gibi olaylarda sivil halka yönelik saldırılar açık bir şekilde insan hakları ihlali niteliğindedir.
Tüm bunları alt alta koyduğumuzda, Rusya’nın bu çatışmada kabul edilebilir bir taraf olmadığı ortaya çıkıyor. Öyleyse kendimize sormamız gereken soru şudur: Tarafsız kalmak mı, yoksa Ukrayna’nın tarafını tutmak mı daha doğrudur?
Bu noktada tarafsızlık makul bir seçenek gibi görünebilir. Sonuçta ortada Naziler yok, Rusça’yı yasaklayan bir yönetim yok. Kenarda oturup olanları izlemek mi gerekir? Baş sağlığı diler geçeriz.
Ben bunun yeterli olmadığı kanaatindeyim. Evet, Ukrayna kusurlu bir demokrasi ama yine de bir demokrasi. Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiğimiz destek yüzünden yaşadığımız “sütten ağzı yanma” hissi, bundan sonra tüm yoğurtlara süt dememize sebep olmamalı. Değerlerimizden vazgeçmemeliyiz; fakat bu değerlerin uygulanabileceği tüm alanlardan da kendimizi dışlamamalıyız.
Bu yüzden ben çözümün, Ukrayna devletine yönelik şüpheci bir destekten geçtiğini düşünüyorum. Ukrayna halkının davası, kendini tiranlıktan korumak isteyen tüm halklar gibi haklıdır. Ancak bu dava, hızla devletin acımasız mekanizması içinde eriyebilir. Bu nedenle çözüm, paketi toptan satın almak değil; haklıyla haksızın arasındaki çizgiyi net bir şekilde çizebilmek, Sezar’a Sezar’ın hakkını, Tanrı’ya Tanrı’nın hakkını verebilmektir.
Bir birey olarak bunun en doğru karar olduğuna inanıyorum. Ne Kılıçdaroğlu’nda olduğu gibi inanmadığım şeylere evet diyeceğim, ne de bir çocuk gibi tüm uzlaşmalara “araçsallaştırma” diyerek karşı çıkacağım.
Ukrayna’nın önünde uzun bir yol var. Ama önce o yolu yürüyebilmesine izin vermeliyiz. Demokratik bir Ukrayna, zamanla azınlık sorunlarını da, yolsuzluğu da, ekonomik çöküşü de çözebilir. Ancak önce, Ukrayna hem Batı’nın (sana bakıyorum Trump) hem de Doğu’nun baskısından bağımsız bir şekilde var olabilmelidir.
Yazıyı baştan aşağı tek tek okudum, ama Ukrayna'yı desteklemeye ikna olmadım(zaten ikna etme çabasında olmadığını, düşüncelerini dile getirdiğini düşünüyorum) Zelensky, neo-nazi örgütlere boyun eğdi, hem "Ukrayna'yı" hemde iktidarını korumak için boyun eğdi.
Ukrayna'nın demokratikleşme ihtimali Türkiyenin demokratikleşme ihtimalinden bile düşük.
Bu karmaşık ülkenin kendi kendini düzeltemeyeceği ortada, birinin🇷🇺 oraya el atıp düzeltmesi gerekiyor.